Sitenin solunda giydirme reklamı denemesidir
Sitenin sağında bir giydirme reklam

Hiç Bu Kadar Etik(siz)leşmemiştik !

Gündem 15.08.2025 - 10:53, Güncelleme: 15.08.2025 - 10:53
 

Hiç Bu Kadar Etik(siz)leşmemiştik !

Sabah işe giderken metroda kitap okuyan genç kıza garip garip bakan adamla göz göze geliyorsun. Kitap okumak hâlâ bu ülkede "garip". Aynı adam, sosyal medyada her gün “bu ülkenin geleceği gençler” diye yazıyor. Ama o geleceği kurmak isteyen genç metroda kitap okuyunca, “ya hayırdır, sınava mı giriyorsun?” diyerek aşağılıyor. Bir yerde yanlış gidiyoruz. Ve bu yanlışlık artık münferit değil. Sistemik. Salgın gibi. Bulaşıcı. Bir lisede, öğretmen yıl sonu notlarını veriyor. Başarılı ama sessiz öğrencinin notunu bir puan düşük yazıyor. Diğer öğrencinin babası “okul aile birliğinde güçlü”, o yüzden notlar yükseliyor. Sessiz öğrenci ağlayarak eve gidiyor. Annesi sadece başını okşayabiliyor. “Olsun kızım, biz doğru olanı yaptık” diyor. Ama kız çocuğunun içinde bir şey kırılıyor. Belki de ilk defa anlıyor: Bu ülkede haklı olmak, her zaman güçlü olmak anlamına gelmiyor. Bir hastanede temizlik görevlisi, başhekimin oğlunun atanmasını izliyor. Oğlan daha tıp fakültesinden yeni çıkmış. Göreve "danışman" diye başlıyor. Torpille. Görev tanımı yok. Ama odası var. Masa var. Klima var. Temizlik görevlisininse ellerinde yıllardır çıkmayan çamaşır suyu lekesi. Adam, “evladım sen ne işe yaradın da geldin buraya?” diyemiyor. Çünkü o da biliyor ki bu ülkede doğru soruları sormak, başını belaya sokar. Bir kadın, eşinden şiddet görüyor. Kolluk kuvvetine gidiyor. Memur “barışmaya çalış, çocuklarınız için” diyor. O sırada aynı memur televizyonda bir siyasetçinin kadın haklarıyla ilgili süslü cümlelerini dinliyor. “Kadınlarımız başımızın tacı” diyorlar. Ama evinde dövülen kadının başı değil, hayatı eziliyor. Herkesin konuştuğu ama kimsenin dinlemediği bir ülkede yaşıyoruz artık. Siyasete gelince... Asıl büyük tiyatro orada. Dün kürsüden “Bu düzen halk düşmanıdır!” diyen vekil, bugün “Devletimiz büyük bir vizyonla ilerliyor” diye demeç veriyor. Dün "yandaş müteahhit" dediğine, bugün “değerli iş insanı” diyor. El değiştiren sadece parti değil; dil, üslup, değerler, vicdan da değişiyor. Üstelik bunu bir başarı öyküsü gibi anlatıyor. Gözümüzün içine baka baka. Ve her şeyin üstünü örten o cümle geliyor: “Ben memleket için en doğru kararı verdim.” Oysa memleket için verilen kararlar, genellikle memlekete zarar veriyor. Muhalefetten muhalefete geçmek hâlâ eleştiriye açık; “çizgisini koruyamamış” diyorlar. Ama bir muhalif, iktidara geçtiğinde işler değişiyor. Sanki bir kapıdan değil, gökten inmiş gibi davranılıyor. Artık o kişi "devlet aklıyla hareket ediyor", “milletin yüksek menfaatini gözetiyor”, “pragmatist” oluyor. Halbuki o menfaat denen şeyin çoğu zaman kendi konforu, kendi çıkarı olduğu açık. Ama halkı kandırmak kolay. Özellikle de yoksulluğun, yoksunluğun ve yorgunluğun ortasında bırakılmış halkı. Ve bu geçişler sadece siyaseti değil, toplumun tamamını etkiliyor. Çocuklarına “dürüst ol evladım” diyen anne-baba, gece haberleri izlerken sessizleşiyor. Çünkü çocuk soruyor: “Ama baba, o adam yalan söyledi, sonra da ödüllendirildi...” Bir üniversite öğrencisi, sınavdan aldığı yüksek notla mutlu oluyor. Ama sonra, düşük puanla torpille yerleşen bir başkasını görünce umudunu yitiriyor. “Demek ki çalışmak yetmiyor” diyor. En büyük kayıp burada yaşanıyor: Emekle yol almak isteyenlerin içindeki inanç yavaş yavaş sönüyor. Bu artık sadece bir etik sorunu değil. Bir aidiyet, bir adalet, bir umut meselesi. Çünkü halk, sadece temsilcisini değil, kendini de seçtiğini düşünür. Ve o temsilci kendi çıkarına yöneldiğinde halk da kendisini terkedilmiş hisseder. Bu yüzden her partiden iktidara geçen bir vekil, bir belediye başkanı, sadece bir rozet değiştirmez. Bir inancı yıkar. Seçmenin kendisine olan güvenini paramparça eder. Bu yüzden bu geçişler travmatiktir. Bu yüzden bazı yaralar sadece oyla değil, adaletle iyileşir. Ama biz o adaleti çoktandır bir yerlere gömdük. Üzerine de “devletin bekası”, “istikrar” ve “reel politika” yazılı mezar taşları diktik. Ve evet, hiç bu kadar etiksizleşmemiştik. Ama bu kadar alışmamıştık da. Ve belki de en büyük korku bu: Etiksizliğe alışmak, onu normalleştirmek... Ve en sonunda, ona dönüşmek. https://strasam.org/yazar/arastirmaci-yazar-oktay-iyisarac

Sabah işe giderken metroda kitap okuyan genç kıza garip garip bakan adamla göz göze geliyorsun. Kitap okumak hâlâ bu ülkede "garip". Aynı adam, sosyal medyada her gün “bu ülkenin geleceği gençler” diye yazıyor. Ama o geleceği kurmak isteyen genç metroda kitap okuyunca, “ya hayırdır, sınava mı giriyorsun?” diyerek aşağılıyor.

Bir yerde yanlış gidiyoruz. Ve bu yanlışlık artık münferit değil. Sistemik. Salgın gibi. Bulaşıcı.

Bir lisede, öğretmen yıl sonu notlarını veriyor. Başarılı ama sessiz öğrencinin notunu bir puan düşük yazıyor. Diğer öğrencinin babası “okul aile birliğinde güçlü”, o yüzden notlar yükseliyor. Sessiz öğrenci ağlayarak eve gidiyor. Annesi sadece başını okşayabiliyor. “Olsun kızım, biz doğru olanı yaptık” diyor. Ama kız çocuğunun içinde bir şey kırılıyor. Belki de ilk defa anlıyor: Bu ülkede haklı olmak, her zaman güçlü olmak anlamına gelmiyor.

Bir hastanede temizlik görevlisi, başhekimin oğlunun atanmasını izliyor. Oğlan daha tıp fakültesinden yeni çıkmış. Göreve "danışman" diye başlıyor. Torpille. Görev tanımı yok. Ama odası var. Masa var. Klima var. Temizlik görevlisininse ellerinde yıllardır çıkmayan çamaşır suyu lekesi. Adam, “evladım sen ne işe yaradın da geldin buraya?” diyemiyor. Çünkü o da biliyor ki bu ülkede doğru soruları sormak, başını belaya sokar.

Bir kadın, eşinden şiddet görüyor. Kolluk kuvvetine gidiyor. Memur “barışmaya çalış, çocuklarınız için” diyor. O sırada aynı memur televizyonda bir siyasetçinin kadın haklarıyla ilgili süslü cümlelerini dinliyor. “Kadınlarımız başımızın tacı” diyorlar. Ama evinde dövülen kadının başı değil, hayatı eziliyor. Herkesin konuştuğu ama kimsenin dinlemediği bir ülkede yaşıyoruz artık.

Siyasete gelince... Asıl büyük tiyatro orada.

Dün kürsüden “Bu düzen halk düşmanıdır!” diyen vekil, bugün “Devletimiz büyük bir vizyonla ilerliyor” diye demeç veriyor. Dün "yandaş müteahhit" dediğine, bugün “değerli iş insanı” diyor. El değiştiren sadece parti değil; dil, üslup, değerler, vicdan da değişiyor. Üstelik bunu bir başarı öyküsü gibi anlatıyor. Gözümüzün içine baka baka.

Ve her şeyin üstünü örten o cümle geliyor:

“Ben memleket için en doğru kararı verdim.”

Oysa memleket için verilen kararlar, genellikle memlekete zarar veriyor.

Muhalefetten muhalefete geçmek hâlâ eleştiriye açık; “çizgisini koruyamamış” diyorlar. Ama bir muhalif, iktidara geçtiğinde işler değişiyor. Sanki bir kapıdan değil, gökten inmiş gibi davranılıyor. Artık o kişi "devlet aklıyla hareket ediyor", “milletin yüksek menfaatini gözetiyor”, “pragmatist” oluyor. Halbuki o menfaat denen şeyin çoğu zaman kendi konforu, kendi çıkarı olduğu açık. Ama halkı kandırmak kolay. Özellikle de yoksulluğun, yoksunluğun ve yorgunluğun ortasında bırakılmış halkı.

Ve bu geçişler sadece siyaseti değil, toplumun tamamını etkiliyor. Çocuklarına “dürüst ol evladım” diyen anne-baba, gece haberleri izlerken sessizleşiyor. Çünkü çocuk soruyor:

“Ama baba, o adam yalan söyledi, sonra da ödüllendirildi...”

Bir üniversite öğrencisi, sınavdan aldığı yüksek notla mutlu oluyor. Ama sonra, düşük puanla torpille yerleşen bir başkasını görünce umudunu yitiriyor. “Demek ki çalışmak yetmiyor” diyor. En büyük kayıp burada yaşanıyor: Emekle yol almak isteyenlerin içindeki inanç yavaş yavaş sönüyor.

Bu artık sadece bir etik sorunu değil. Bir aidiyet, bir adalet, bir umut meselesi.

Çünkü halk, sadece temsilcisini değil, kendini de seçtiğini düşünür. Ve o temsilci kendi çıkarına yöneldiğinde halk da kendisini terkedilmiş hisseder. Bu yüzden her partiden iktidara geçen bir vekil, bir belediye başkanı, sadece bir rozet değiştirmez. Bir inancı yıkar. Seçmenin kendisine olan güvenini paramparça eder.

Bu yüzden bu geçişler travmatiktir.

Bu yüzden bazı yaralar sadece oyla değil, adaletle iyileşir.

Ama biz o adaleti çoktandır bir yerlere gömdük. Üzerine de “devletin bekası”, “istikrar” ve “reel politika” yazılı mezar taşları diktik.

Ve evet, hiç bu kadar etiksizleşmemiştik.

Ama bu kadar alışmamıştık da.

Ve belki de en büyük korku bu:
Etiksizliğe alışmak, onu normalleştirmek...
Ve en sonunda, ona dönüşmek.

https://strasam.org/yazar/arastirmaci-yazar-oktay-iyisarac

Habere ifade bırak !
Habere ait etiket tanımlanmamış.
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve webtvhaber.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.