2009 yılında Habur’da çadır (seyyar) mahkemelerinin kurulması kepazeliğini yaşadı Türkiye. Cumhuriyet tarihinde böyle bir rezalete hiç tanık olunmamıştı diyemiyoruz. Bu aralar çetrefillisini yaşadığımız için. Herkes anımsayacaktır.
2006 yılında başlatılan terörist başına af çalışmaları, süreç içinde açılıma doğru evrildi. Oslo’da MİT ile PKK arasında yapılan görüşmeler bunun bir işaretiydi.
Dağdaki militanların bir bölümü otobüslerle Habur’a geldiler. Gerilla kıyafetleri ve çiçeklerle sanki zafer kazanmış bir ordunun birlikleri gibi gösteri yaptılar.
Ardından da çadır mahkemesinde yargılandılar. Hiçbiri, pişmanlık göstermedi. Hepsi de serbest bırakıldı. Yapay bir mahkemede, uyduruk bir yargılama ile serbest bırakılan, teröristler, “Buraya Önder APO’nun izniyle geldik. İşte izin kağıtlarımız” deme pişkinliğini de göstermişlerdir. O günün siyasi partisi DTP yöneticileri de “muhatabınız APO’dur” tezini ortaya koydular.
Onlara göre, çözüm, , Öcalan’ın serbest bırakılmasıdır. Anayasa’ya -şimdilik- Kürt ulusu değil, “Kürtler” deyimi konulmalıdır, yerel yönetimlerde özerklik tanınmalıdır.
Böylece, sonu gelmeyecek bir açılım süreci başlamıştır. Hükümet, bir teröristi, muhatap kabul etmiştir. Sonuç koskocaman bir sıfır olmuştur. Ardından, akil adamlar denilen satılıklar, yurt sathına gönderilmiş ve insanları ikna etmeleri istenmiştir.
O günleri yaşayanlar anımsarlar. Bu uyduruk açılıma karşı gür bir ses ortaya çıkmıştır. “Terörle müzakere değil, mücadele edilir” diye haykırmıştır. O ses, Deniz Baykal’dır.
Deniz Baykal, bir konuşmasında Türkiye’nin (sorunun) çözümünü de ortaya koymuştur. O Baykal ki, Kürt konusunda, en kapsamlı raporu hazırlayanların içindedir.
Bakın, Baykal’ın çözüm önerisine. Bugün bile geçerliliğini koruyor.
“Güneydoğu Anadolu’nun kalkınması için devleti doğrudan devreye sokmaktan başka çare yoktur. İtalya bunu geçmişte uygulamıştır. Biz kendi kalkınmamız için geçmişte bunu uyguladık. Şimdi Güneydoğu için bunu uygulamak kaçınılmaz bir zorunluluktur. Oraya fabrikalar kuracaksınız, Etibank’lar, Sümerbank’lar, Et Balık kurumları hepsi kapatıldı. Şimdi o bölgede yeniden kuracaksınız.
O bölgenin madenini işleteceksiniz. O bölgenin ürünlerini değerlendireceksiniz. Bunun sonucunda orada binlerce, on binlerce insanımız iş sahibi olacak, geçim sorunu kırılacak.
11 çocuğu var, işi yok. Çocuklarına yiyecek alacak imkânı kalmamış. Böyle bir aile düzeni içinde elbette teröre giden insanları kendi elimizle ortaya koyuyoruz. Bunu değiştirecek en etkin yol, o insanlara geçim kapısını açmaktır. Devlet teşkilatı kurarsak, devlet ekonomik işletmesi kurarsak, zarar ediyor, zarar ederse etsin. Çünkü bu ekonomik hesap iş değil, finansman hesabı işi değil. Bunun gereğini yapacaksınız. Bu bir barış projesi, mutlaka uygulayacaksınız.”
Ülkemizi yönetenler aynı suda iki kez yıkanamayacağından habersizler. Aynı uygulamayı yapıp, farklı sonuç alabileceklerini sanıyorlar. Bu da devleti acze düşürüyor.
Terör örgütü, küresel güçlerin piyonudur. Teröristler kalleştirler. Arkadan vururlar. Bebe demeden, kadın demeden, genç yaşlı demeden pusu kurarak ölüm saçarlar. Onlar için Türk ,Kürt fark etmez. Nitekim Karageçit’te Kürtleri gözlerini yummadan öldürmüşlerdir. Yani, onların ipiyle kuyuya inilmez. Aynı hata tekrar yapılmamalıdır. Af çağrılarından vazgeçilmelidir. TBMM’nin kutsal çatısı altında, bir terörist konuşturulmamalıdır. Son önerilerin devlet aklı olduğu söyleniyor. Bu aklı kaç kişi biliyor. Devlet aklı mevlit aklı, bu saçma öneri kimin aklı?
Meselenin özü, bir anayasa değişikliğine kapı aralamaktır. Karşılıklı ödünler verilerek, sağlanacak destekle gidilecek anayasa değişikliğine Türk Ulusu kesinlikle geçit vermeyecektir.
Ortada samimiyetsizlik vardır. Hem Cumhur, hem DEM samimiyetsiz bir şekilde, ortalarda dolaşmaktadırlar.
Kaldı ki, APO’nun ne pratikte ne de teorideki gücü silahların bırakılmasına yetmeyecektir. Adamlar, Suriye sınırını geçip, Ankara’ya geliyorlar ve eylemlerini yapıyorlar. APO bunları durdurma konumunda değildir.
Dış uzantıları da bulunmaktadır. Bu örgütü her açıdan destekleyen, dış güçlerin varlığı ortadayken, APO ancak konuşur. Yapılan çağrı da çocukçadır.
Kısacası terörle müzakere edilmez, mücadele yapılır.
2009 yılında yaşananları çabuk unutanlar, Türkiye’yi bir mecraya sürükleme çabasındadırlar. İşin ilginç tarafı, bu kez MHP’de bu işin bir kenarından tutmaktadır.
O zaman, iş Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu ve en önemli ilkesi “Tam bağımsızlık” olan CHP’ye düşmektedir. CHP, bu olayı iyi okumalı ve ulus devletten, üniter yapıdan yana net tavır koymalıdır. Bunu yapabilecek deneyimi vardır. Mustafa Kemal Atatürk bu konuda da yol göstericidir. Yakın zamanda da net tavır takınan bir lideri vardır. CHP, bunu yapmalıdır.
Çünkü, bu Kürt Halkının mücadelesi sorunu değildir. Bu kürdün, daha iyi yaşaması, için verilen bir mücadele değildir. Mesele bir baş kaldırış hikayesini barındırmaktadır. Mesele, Lozan’ı yırtıp yerine Sevri koyma, ulus devleti yıkma, üniter yapıyı bozma meselesidir. Mesele, APO’nun serbest kalması değil, güzel yurdumuzu bölme parçalama meselesidir. Plan 100 yıllık emperyal plandır. Bölgedeki, petrol kaynaklarının yanında su kaynaklarını da ele geçirme planıdır. Plan, ABD’ye uydu bir Kürdistan İsrail’e payanda bir devletçik kurmaktır. Bir başka önemli tarafı da Tayyip için Anayasa değişikliğidir işin. Her iki taraf da arkadan dolanıp iki puan alma derdindedir.
PKK eşittir Kürt Halkı değildir. DEM, bölgedeki feodaliteyi kaldırma, insanları mutlu etme derdinde değildir.
PKK’nın Meclisteki kolu DEM ne yazık ki, Şeyh Saitleri, Seyit Rızaları, Said Nursileri, içselleştirmekte, Cumhuriyet’e 100 yıllık zulüm diyerek bölücü ve ümmetçi tavrını ortaya koymaktadır. Demokrasinin nimetlerinden yararlanıp, Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu mecliste, laik Cumhuriyet’e, üniter devlete meydan okumaktadır. CHP, Kürt Halkını incitmeyeyim diyerek, bunlara karşı nazik davranmayı bırakmalıdır.
CHP’nin önünde Baykal örneği vardır. Bunu iyi değerlendirmelidir.
Çünkü; Tarih Baykal'ı haklı çıkarmıştır.


