Sürdürülebilir Tasarımın Yeni Dili: Doğadan Teknolojiye Uzanan Yol

Tasarım dünyası, yıllardır estetik ve işlevselliği bir araya getiren bir alan olarak görülür. Fakat bugün geldiğimiz noktada, tasarım yalnızca bir ürün yaratma süreci olmaktan çıktı; çağın ruhunu okuma, yeni malzemeler üretme ve geleceğin üretim kültürünü şekillendirme sorumluluğunu da üstlendi.

Benim yolculuğum da tam olarak bu dönüşümün içinde doğdu.


Kabuğumu Kırdığım An

Mimarlık kariyerimde yıllarca iç mekân projeleri yürüttüm. Kişiye özel üretim taleplerinin arttığını görüyordum, fakat geleneksel yöntemlerle bu talepleri hem sürdürülebilir hem de ekonomik ölçekte karşılamak zordu.

Bu çıkmaz, beni yeni bir arayışa itti.
Doğaya duyduğum saygı, ileri teknolojiye olan ilgim ve üretimde sürdürülebilirliğe olan inancım birleşince fındık kabuğu katkılı biyokompozit malzeme fikri doğdu. Polimer mühendisi Dilek Bartın ile birlikte Türkiye’de ilk kez kullanılacak olan bu özel malzemeyi geliştirdik ve ilk olarak fındık yaprağı formundaki koltuğumu ürettik.

Her ürünün bir duygusu, bir hikâyesi olmalıydı; işte bu da benim hikâyemin dönüm noktasıydı.


Sanat mı, Teknoloji mi? Aslında İkisi de Benim Dilim

İleri üretim teknolojileriyle çalışmam, bazı çevrelerde “makineyle yapılan şey sanat olmaz” eleştirilerine neden oldu. Oysa tarih bize çok açık bir gerçeği gösteriyor:
İnsanlık her çağda kendi üretim teknolojisine göre sanatını şekillendirdi.

Mağara resimlerinden taş yontmaya, metal işlemeye, seramiğe ve endüstriyel üretime kadar… Hepsi kendi döneminin “ileri teknolojisiydi”.

Bugün bizim elimizde fırça yerine bilgisayar, keski yerine robot kol, çamur yerine biyokompozit malzeme olabilir. Ama değişmeyen tek şey var:
Sanat, yaşadığın zamanı anlatma biçimidir.

Ben de yaşadığım çağın dilini kullanıyorum.
Teknolojiyi doğayla birleştiren tasarımlar üretmek artık benim kimliğimin bir parçası.


Dijital Zanaatkârlık Çağı Başladı

Dünyada büyük bir çağ değişimi yaşandığını düşünüyorum. Resmi olarak hâlâ Yakın Çağ’ın içindeyiz ama üretim alışkanlıklarımız bambaşka bir döneme geçti:
Dijital Zanaatkârlık Çağı.

Bu çağın malzemeleri:

Biyokompozitler

İleri üretim teknolojileri

Yapay zekâ destekli tasarım


Bu çağın ruhu:

Deneyim,

Yenilik,

Sürdürülebilirlik.


Biz bu dönüşümü uzaktan izlemiyoruz.
Aksine, yeni çağın tasarım izlerini bugünden atıyoruz.


Genç Tasarımcılara Not: Kabuğunuz Size Güvenli Gelmesin

Bu yolculuk boyunca öğrendiğim en önemli şey şu oldu:
İnsanın kendi kabuğunu kırması en zor ama en gerekli adımdır.

Bazen ortamımız bizi koruyor gibi hissederiz.
Bazen çevremiz yalnızca kendi hayal güçlerinin izin verdiği yere kadar görmemizi ister.
Bazen yanlış yönlendirmeler, kısıtlı vizyonlar, bizi olduğumuz yerde tutar.

Ama insan kendi içindeki ışığı yalnızca kendisi bilir.

Gerçek değişim, o ışığın sönmesine izin vermeden çıktığımız cesur adımlarda saklıdır.


Türkiye’den Dünyaya Uzanan Bir Hayal

Hedefim çok net:
Ishara markasını Londra, Dubai, Milano gibi tasarım merkezlerine taşımak, uluslararası fuarlarda Türkiye’den çıkan modern ve sürdürülebilir tasarım anlayışını temsil etmek.

AR-GE çalışmalarını büyütmek, biyokompozit alanında daha çevreci üretim teknikleri geliştirmek ve bu yeni çağın tasarım diline katkı sunmak istiyorum.


Son Söz

Tasarım benim için yalnızca estetik değil; zamanın ruhunu, geleceğin malzemeleriyle anlamlandırmak demek.

Bugün ileri üretim teknolojileri, doğa dostu malzemeler ve hayal gücü birleştiğinde ortaya çıkan şey yalnızca bir ürün değil:
Bir çağın izidir.

Ben bu izi kendi adıma, kendi hikâyemle bırakıyorum.
Ve inanıyorum ki hayal eden, üreten herkes için yeni çağın kapıları sonuna kadar açık.