DÜNÜN HAİNİ BUGÜNÜN MUHTEREMİ: BU DÖNÜŞÜN BEDELİ NE?
Tarihi okudukça insan şaşırıyor:
Roma’da senatörler dün “vatan haini” ilan ettiklerine ertesi gün “devletin kurtarıcısı” diyordu.
Bizans’ta saray entrikaları o kadar meşhurdu ki, sabah kellesi vurulacak olan adam akşama “imparatorun sırdaşı” oluverirdi.
Osmanlı’da bile bazı vezirlerin kaderi, padişahın bir gün önce söylediği sözün ertesi gün nasıl yorumlandığına bağlıydı.
Ve şimdi 21. yüzyıldayız…
Demokrasi var diyoruz, hukuk var diyoruz, çağ atladık diyoruz ama belli ki tek bir şey hiç değişmiyor:
“Dün lanet ettiği kapıya bugün yüz süren siyasetçiler.”
Daha dün meydanlarda “Kim İmralı’nın kapısına gidiyorsa o da ortaktır!” diye bağıranlar,
bugün kalkmış “Oraya gitmeyene güven olmaz!” diye ahkâm kesiyor.
Roma’nın dönek senatörleri, Bizans’ın entrika cambazları, Osmanlı’nın saray dalkavukları bu kadar hızlı dönüş yapmamıştır.
Demek ki değişmeyen tek mevzu şu:
“Putlar değişir, tapınanların yüzsüzlüğü değişmez.”
***********************************************************************
Daha düne kadar ekranlardan köpükler saçarak parmak sallayan bir güruh vardı:
“Bu milletin yarısı terörist!”
Yetmedi, toplumun damarına basıp birliği parçalayarak kendi ikballerini büyüttüler.
Bir yandan “terörle mücadele” diye bağırıp diğer yandan milletin vicdanını yaftalara boğdular.
Peki bugün?
Aynı yüzler, aynı sözde prensip sahipleri…
Bu kez başka bir korodan:
“İmralı’ya gitmeyen siyaseti anlamaz.”
Buyur buradan yak.
Ne değişti?
Devlet mi?
Terör mü?
Gerçekler mi?
Hiçbiri…
Sadece çıkarın takvimi değişti.
Dün kıştı, hoyratça savuruyorlardı;
bugün güneş açtı, aynı dili yalayıp yutuyorlar.
*************************************************************************
Varsın dün şeytanlaştırdıklarıyla bugün kol kola yürüsünler…
Ama bari bu aşağılamayı millete reva görmesinler.
Dün masaya oturanları “vatan haini” diye yaftalayanlar,
bugün aynı masaya sandalye kapmak için yarışıyor.
Bu nasıl bir yüzdür?
Nasıl bir rahatlıktır?
Nasıl bir unutmaktır?
Bir gün, “Kim İmralı’nın kapısına gidiyorsa o da suç ortağıdır!” diye bağırıp
ertesi gün, “Oraya gitmeyen bu ülkeyi bilmez!” demek…
Bunun adı siyaset değil, ahlaki çöküşün dipnotudur.
***************************************************************************
Bu millete yıllardır “Sınırlarımız kırmızı çizgimizdir” diye nutuk atanlar,
bugün kendi çizgisini harita gibi buruşturup cebine koyuyor.
Üstelik bunu da “derin devlet aklı” diye pazarlıyorlar.
Derin olan tek şey var:
Samimiyetsizliğin kuyusu.
Türkiye terörün acısını bilir.
Eve dönen tabutların ne demek olduğunu bilir.
Bir çocuğun yetim kalırkenki sessizliğini bilir.
Ama bilmediği bir şey var:
Bu acıların üzerinden kimlerin pazarlık yaptığını…
Bugün kalkıp da “İmralı yolu kutsaldır” diye konuşanların dün ettikleri laflar hâlâ arşivde.
Ama hafıza kısa olunca yalan uzun ömürlü oluyor.
***************************************************************
Asıl mesele şu:
Dün milleti korkutmak için kullandıkları yapıya bugün yaslanırken yüzleri neden kızarmıyor?
Cevabı basit:
Utanma duygusu, güç hırsının gölgesinde çoktan boğuldu.
Gerçek devlet aklı, pazarlıkta ilke yedirmez.
Gerçek devlet aklı, dün lanet ettiğini bugün umut kapısı yapmaz.
Gerçek devlet aklı, “kiminle yürürsek yürüyelim yeter ki seçim kazanalım” demez.
Onlarınki devlet aklı değil, koltuk aklıdır.
Bu yazı kimseyi memnun etmek için değil,
hakikatin yüzüne tokat gibi çarpmak için:
Eğer siyaset bir gün terör dosyasında bu kadar kolay kalem oynatıyorsa,
orada artık strateji değil,
ahlaki çöküşün manifestosu okunur.
Ve millet de sorar:
“Madem bugün doğru diyorsun, dün bu ülkeye neden yalan söyledin?”
O sorunun cevabı yok.
Olmayacak da.
*******************************************************************
Tarihe kısa bir not:
Rüzgâr yine dönecek…
Ama yön değiştirdiği için değil,
dönenler çoğaldığı için.
Omurgasızlığın gölgesinde sözler eğrilir;
dünün düşmanı bugün “kıymetli ortak,”
dünün vakarı bugün “gereksiz yük” ilan edilir.
Ve onlar sanır ki tarih unutacak…
Oysa tarih, dönenleri değil;
rüzgâra karşı durduğu için bedel ödeyenleri yazar.
Koltuklar çürür, maskeler düşer,
nutuklar toz olur…
Ama hakikat dimdik kalır.
Çünkü hakikat rüzgârın değil,
eğilmeyenlerin tarafındadır.