Şehirlere Sığamamak
İnsanın içine öyle bir sızı düşer ki, oturduğun evin duvarları dar gelir, sokakların kaldırımları yetmez, şehir küçülür gözünde… İşte o an anlarsın: Sen artık şehirlere sığamıyorsun.
Sığamamak dediğim; kalabalıkla yalnız kalmak gibi bir şeydir. Binlerce adım sesinin arasında yürürken, kendi yankını duyamamak… Işıklarla donatılmış caddelerde dolaşırken, içindeki karanlığa çare bulamamak.Daralırsın kalbin atmaz,yüreğin sıkışır, seni anlayan kimseyi bulamazsın.
Etrafına bakarsın, zamanında yanında oldukların, aşını paylaştıkların hayatına dokundukların yok olur. Herkes el olur en yakınların akrabaların, arkadaşların, dostların kim varsa iyi gün içindir.
Yusuf Hayaloğlu'nun bir şiirinde bahsettiği gibi;
''Dostlukmuş, arkadaşlıkmış, vefaymış, aşk dediğin bir kapıyı duvara çarpıp çıkıncaya kadarmış.''
Bir kahvede otururken yan masadaki kahkahaya bakıp kendi sessizliğine üzülmek… Bir pencereden şehri seyrederken, aslında kendini içeride kilitli hissetmek… Şehirlere sığamamak işte böyle bir yürek ağrısıdır.
Belki gitmek istersin ama nereye? İçinde taşıdığın sıkışmışlık, hangi şehre gitsen peşinden gelir. Belki de mesele şehrin küçüklüğü değil, içinin fazlalığıdır. Kalbin daralmış, ruhun büyümüş; hiçbir yere sığmaz olmuşsundur.
Bazen insan, bir şehrin göğsüne yaslanıp ağlamak ister ama şehir koca bir duvar gibi susar. İşte o zaman anlarsın: Ne sokaklar sana yeter, ne meydanlar… Asıl mesele, içindeki boşluğu dolduracak bir ses, bir nefes bulamamakmış.
Şehirlere sığamamak, aslında insanın kendine sığamamasıdır. İçindeki acıyı, özlemi, yarım kalmışlığı hangi şehrin haritasına işlesen, yine de tamamlanmazsın. Ve işte o an, yüreğinde bir sızıyla fısıldarsın:
“Ben, bu şehirlere değil… belki de hiçbir yere sığamıyorum.”