Kendini sevmek

Seveceğiniz kişi önce kendini sevmeli. Bu yazı işte bu cümleyle başlıyor. Çünkü son zamanlarda hem bireysel seanslarda hem de toplumsal gözlem alanımda karşılaştığım en temel eksikliklerden biri kişinin kendine duyduğu sevginin zayıflığı. Kendimize olan sevgimizin farkına varmadan karşı taraftan fazlaca sevgi talep ediyoruz. Bu durum özellikle ilişkilerde çok net bir şekilde kendini gösteriyor. Talep artıyor, beklenti büyüyor ama içsel kaynak eksik kalıyor. Ve tıkandığımız noktada atladığımız kocaman bir ayrıntı var oda kendini sevmek.

Kendini sevmek sanıldığı gibi popüler kültürün bize dayattığı şekilde sosyal medyada boy göstermek, güzellik algısına uymak ya da standart tiplere dönüşmek anlamına gelmiyor. Elbette görüntü ve fiziksel duruşumuz iletişimin önemli bir parçasıdır. Ancak içten beslenmeyen her dışsal durum zamanı geldiğinde kendini imha etmeye mahkûmdur. Dış görünüş, meslek, statü, başarı… Bunlar bizi bir yere kadar taşır. Günün sonunda herkes kendisiyle baş başa kalır. Ve o anda, kendimize ne kadar sarılabildiğimiz, ne kadar şefkat gösterebildiğimiz asıl değerimizi belirler.

Çok saygın mesleklere sahip olabiliriz, diplomalarımızla gurur duyabiliriz. Bunlar yaşam standartlarımızı yükseltir, sosyal çevremizi farklılaştırır. Ama öz sevgi olmadan tüm bu kazanımların üzerine inşa edilen hayat kırılgandır. Kendi öz şefkati yerinde olan bir insan hayatında ne olursa olsun üzerine sağlam yapılar kurabilir. O yapılar ters giden durumlar karşısında yıkılmaz sadece tecrübe kazanır.

Özünde bahsettiğimiz sevgi kavramı, diploma, statü, meslek, para gibi gözle görülür şeylerin gölgesinde kalmamalıdır. Hiçbir şeye sahip olmayan ama öz sevgisi yerinde olan bir insan zamanla her şeye sahip olabilir. Öte yandan her şeye sahip olduğunu düşündüğünüz birinin öz sevgisi yoksa, aslında hiçbir şeyin gerçek sahibi değildir. Günümüz modern toplumlarında bu dengeyi kurmak zorlaşmış olsa da hem insani tecrübeme hem de bir sosyolog olarak gözlemlerime dayanarak söyleyebilirim ki insanın önce kendine öz sevgi ve öz şefkat sağlaması gerekir ki karşı tarafa sağlıklı bir varlık sunabilsin.

Elbette her insan doğduğu aile, toplum ve kültürle şekillenir. Ancak birey olduğumuz andan itibaren kendimize kattığımız her şey tüm bu kalıpların üstünde yer almalıdır. Tüm hayatımız boyunca yaşam şeklimizi, seçimlerimizi, mesleğimizi, işimizi bunun üzerine kurarız. Kişiliğin gelişimi ve farkındalık, öz sevgiyle başlar. Bu temel sağlam değilse üzerine dünyaları inşa etseniz çökecektir.

Bu sorgu bazen şu soruyla karşımıza çıkar: “Her şey yolunda gibiydi oysaki neden böyle oldu?”

Cevabı basit gibi görünse de, taşıması derin ve güçlüdür: insanın kendi öz belleğinde yatar. Terapilerde, danışmanlık hizmetlerinde bu durum hep aynı yere çıkar: kişinin kendisine. Çoğu zaman sorunlar dışarıda değil içeridedir.

Kendimizi içten besleyebilmek ihtiyacımız olanı kendimizden karşılayabilmek, ruhsal dayanıklılığın temelidir. Ne okuduğumuz, ne izlediğimiz, kimlerle vakit geçirdiğimiz, sağlığımıza dikkat etmemiz, iyi beslenmemiz… Bunların hepsi öz sevgi göstergesidir. Bu konu, geçmişin kadim öğretilerinden günümüz modern psikolojisine kadar uzanan bir köprü gibidir. M.Ö. 4. yüzyıldan kalma Delphi Tapınağı’nda yazılı olan o cümle hâlâ geçerliliğini korur: “Kendini Bil.”

Tarihten bugüne hangi pencereden bakarsak bakalım din, psikoloji, felsefe, tasavvuf, bilim ve modern öğretiler… Hepsi insan olmanın en temel yapı taşını aynı noktada buluşturur kendini bilmek. Ve bu bilme hâli kendini sevmekle başlar.

Bu yazıyı kendini bilme yolculuğunda bana ve birçok insana ışık tutan, düşünsel derinliğiyle farkındalık kapılarını aralayan Saygıdeğer Nurdoğan Arkış Hocamın ilham verici katkılarından esinlenerek kaleme aldım. Onun öğretileri bu satırların ruhunu besleyen en kıymetli kaynaklardan biridir.